Parmaklarımın arasında yarım saattir yakılmamış bir sigara, yeni doğmuş bir bebek gibi tertemiz Word sayfası, sabah gitmem gereken bir iş, masada soğumuş şekersiz ve acı bir çay beni bekliyor hayatımda hiçbir şey değiştirmeyen son gününde; ama ben bu çayı içerim arkadaş! Kendime Çaylar serisi yazmak isteyip de belli bir başlık veremediğim konuların günahkarı oldu hep, sanırım bugün de olmaya devam ediyor.

Beni tanımayanlar şimdi şöyle sorular soruyor: “Bu adam bir yazar mı? Yoksa bir kuş mu? Kim bu yırtık dondan fırlama?”. Kabul edelim bu sorduklarınızdan hiçbiri değilim, hele ki kuş hiç değilim çünkü Model’in ‘Makyaj’ parçasında dediği gibi “durmadan yedim ve biraz kilo aldım”, sanki hiç kilolu değilmişim gibi. Kendimle bu kadar barışık olmam artık beni korkutmaya başladı.

Karşınızda yine ben, zamazingonuz Oktay. Senede beş hadi bilemediniz altı tane blog yazısı yayınlayıp ortadan kaybolan kişi, tanıdınız mı? En son yazdığım yazıdan bu yana 8 ay geçmiş, bu sefer ki arayı boş bırakma performansım iyi. Bu 8 aydır hayatımda yaşadığım tek değişiklik montum, evet kendime yeni bir mont aldım. Kafanızda öyle bir şey kurgulayın ki Korsan bile bildiğimiz aynı Korsan, dümdüz kedi. Birkaç parça kıyafetin ve eşyanın büyük bir anlam taşıdığını görmek şaşırtıcı. Doğru zamanda yeni bir eşya fark yaratıyor. Tanrı eşyaları korusun!

Çiçek gibi bekar hayatımın üçüncü yılına emin ve kararlı adımlarla yürüyorum. Her sabah İstanbul FM’de çalan bir şarkı var; “Yürüyorum sana doğru…” diye nakarat bağıran bir herif söylüyor. Heh! İşte, o kelime benim yaşadığım hayata yazdığım bir şarkı işte. Çiçek gibi yalnızlık ama nereye kadar. Eğlenceli gelen bu yalnızlık olayı artık beni korkutmaya başladı sanırım, kendi elleriyle sağlıksız, sorumsuz ve ahlaksız (olsun bu kısmı seviyorum yine de) bir birey yetiştirdi bu hayat ve kendisinin haberi yok. Bunu ne zaman mı anladım? Uzun süre sonra elime ‘Doppler’ isimli kitabı alıp okumaya başlayınca, yalnızlığı yeren fakat beni nefret ettiren bir okuma gecesinden sonra.

Eskiden tek başıma dolaşmayı, çıkış gezmeyi severdim. İnsanları dışarı davet etmek konusunda despot tavırlar sergilerdim fakat şimdi bir iki kıymetli dostum dışında iletişim kurduğum biri varsa onlar da mesai paydaşlarım. İnsanlardan, dostlardan ve aileden uzak durmak benim en belirgin özelliğim oldu. Artık insanlardan pek hoşlanmıyorum da sanırım, yaptıklarından, temsil ettiklerinden ve söylediklerinden…

Hala insanlara mor ve siyah rengi çok sevdiği marifetmiş gibi gururla söylüyorum ve insanlar dönüp bana ‘intihar saplantılı manyak’ etiketini yapıştırıyor. Çok garip zamanlar geçirmeye devam ediyoruz, karanlıkta yatıyoruz ve karanlıkta kalkıyoruz (oha, bakın bunu politik bir söylev olarak da kullanabilirsiniz, cümleyi tamamladıktan sonra aklıma geldi).

Her son yazımın son paragrafında dediğim gibi oturup bir yerlere bir şeyler yazmayı özlemişim. Ben, kedim ve bilgisayarım. Dolapta artık son kalan ya da unutulan bir bira şişesi de yok, çünkü şişesi oldu 9,5TL anasını satayım. Sana bir şey itiraf edeyim sevgili okur, bu satıra kadar okuduğuna göre belki bira ısmarlamak istersin bana diye düşündüm, yaşasın sinyalcilik!

10 Comments

  1. “Karanlıkta yatıyoruz ve karanlıkta kalkıyoruz” hazır seçimler yaklaşıyorken ben kullanırım bunu 😄😄 Sevgili yazar, bu kadar güzel yazarken neden 8 ay beklersinki?😑

    • Oktay

      Fazla yayma, çünkü yirmili yaşımın ortasında hayatımda bir ters kelepçe yemediğim eksik kaldı. Bu kadar güzel yazarken 8 ay beklememin tek sebebi bol g*tlülük başka bir şey değil aslında, hep böyle oldu, hep böyle de devam etmeyecek -umarım-. 🙂

  2. Sanki karşılıklı oturuyoruz ben susuyorum ve sen anlatıyormuşsun hissi veriyor bu yazın abi. Yazıda birkaç sene sonraki kendimi görüyorum. Yalnızlık ve düzensizlik… Durumu düzeltmek için uzun uzun düşünüyorum fakat tek icraatim düşünme oluyor.

    Bu aralar yazının sonundaki politik söylev olarak kullanabileceğimiz cümleyi gerçekten yaşıyorum. Saat şu an 3.05 ve benim gram uykum yok. sabah 7-8 civarı yatıp akşam 6 da uyanıyorum. Sebebini ise bilmiyorum birkaç gündür böyle alıştım.

    Bu arada Fiorentina moru çok güzel bir renk. Blogun altındaki Instagram widgeti de arızalı.

    • Oktay

      Selam Semih, öncelikle değerli yorumun için teşekkürler. Düşünmekten daha ötesine geç derim ben 🙂 Halledeceğiz blogun altındaki zımbırtıyı 🙂

  3. Menşure

    Merhaba, ne güzel, akıcı sade ve samimi bir dil böyle, çok beğendim
    Bu arada adamızda kalsın blog ve blog yazarlığı nedir? Yeni öğrendim. Yaşım mı 53 . Ama ben bu işi sevdim galiba.

    • Oktay

      Menşure Hanım merhaba, yorumunuz için teşekkürler 🙂 Eğer blog ve blogculuk hakkında sorularınız varsa bir e-posta kadar uzağınızdayım ya da sosyal medya hesaplarından bana erişebilirsiniz.

  4. Bunu böyle su gibi akıcı ve içten okuyunca aklıma Çavdar Tarlasında Çocuklar’dan “Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz zaman, bunu yazan keşke çok yakın bir arkadaşım olsaydı da, canım her istediğinde onu telefonla arayıp konuşabilseydim diyorsanız, o kitap bence gerçekten iyidir. ” sözü geldi nedense. Ha tabi seni zaten uzakta yaşayan bir dostum gibi görüyorum o ayrı 🙂 Yazmaya devam, severek okuyoruz 🙂

    • Oktay

      Selam Poşet 🙂 Bu yorum çok değerli oldu benim için, bu yüzden çok çok teşekkür ederim. 🙂 İnsanlar değerli vaktini bir kaç paragraf için harcayıp şikayet etmiyorlarsa ne mutlu bana, teşekkürler hepinize 🙂

  5. Benim blogun 6 yıl sonraki hâli gibi blogunuz çok akıcı. Takip edilesi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.