Kendime Çaylar 5

Kendime Çaylar #5: Şekersiz ve Acı

Parmaklarımın arasında yarım saattir yakılmamış bir sigara, yeni doğmuş bir bebek gibi tertemiz Word sayfası, sabah gitmem gereken bir iş, masada soğumuş şekersiz ve acı bir çay beni bekliyor hayatımda hiçbir şey değiştirmeyen son gününde; ama ben bu çayı içerim arkadaş! Kendime Çaylar serisi yazmak isteyip de belli bir başlık veremediğim konuların günahkarı oldu hep, sanırım bugün de olmaya devam...
Kendime Çaylar #4: Köşe Koltuğu Kadar Mutluluk

Kendime Çaylar #4: Köşe Koltuğu Kadar Mutluluk

Muhtemelen okuyup, yorumunu buraya yazmadığım fakat okuduğumda bunun neresi bilim kurgu kitabı dediğim Kıyamete Bir Milyar Yıl kitabında şöyle bir cümle yer alır; “Aynı korkunç hikayeyi ikinci defa anlattığınızda, onun gülünç taraflarını da görmeye başlarsınız.”. Size korkunç bir hikaye anlatacak değilim merak etmeyin, gel gelelim aylarca yazmayıp sonra yırtık dondan çıkar gibi fırlayan bu insan görünümlü Oktay’ın hikayesini ikinci defa...
Kendime Çaylar #3: Tutunamayanlar Mı?

Kendime Çaylar #3: Tutunamayanlar Mı?

Oğuz Atay, Tutunamayanlar isimli kitabında ‘insanların en verimli olduğu anda tükendim’ der ve bunu tezleriyle bir paragrafta devam ettirir. Ben ise hem insanların hem de kendimin verimli olduğunu hissettiğim anlarda elim kolum bağlı olarak kendimi tükettim. En eğlenceli hobim hatta alternatif mesleğime dönüşen blog yazarlığını bir kenara attım ve cahildim dünyanın rengine kandım.

Kendime çaylar serisinin üçüncüsünde 2017 senesine Şubat’a on kala girmiş olan bir insan görebilirsiniz. Merak edip mail attınız, olmadı yorumlarınızla hayat belirtisi istediniz, tamam hepimiz kabul edelim bu adam da çöp oldu diye biraz da sevindiniz. Size bu zamana kadar neden blog yazamadığımdan bahsetmeyeceğim fakat yazının devamında ‘neden blog yazarlığına devam etmeliyim?’ sorusuna verdiğim cevabı bulabilirsiniz; eh aralarda da başka konular var elbette.

Kendime Çaylar

Kendime Çaylar #2: Kül Tablasında Bu Hafta

Evrenin yaşanabilir alanlarını oluşturan galaksilerin gözlerden uzak bir köşesinde, güneşin etrafında çılgınlar atarak dönen gezegenin orta doğu bölgesinde, artık Haliç manzarasını kentsel dönüşüm zırvası yüzünden göremeyen bir sokak vardır. Tam olarak kendimi ait hissettiğim yer burası benim, işte basit ve sığ bir hayat örneği. En azından kendimi bir yere ait hissettiğim için mutluyum. Evim güzel evim. Kendime çaylar demleyip o çayı sıcak sıcak bacağıma boca ettiğim yer de burası (bu yazıyı taslaktan düzgün bir metine geçirecektim ki bacağımı az biraz yaktım).

Kendime Çaylar serisinin bir başka türlüsüne başlamadan önce size bir iyi bir de kötü haber vermek istiyorum. Baykuş geri döndü! Kedilerin okuma yazması olsa kesin bir önceki yazıyı okuyup geldi diyebilirim ya da diyemem. Bizim bakkalın oradaki ara sokakta takılıyormuş. Kötü haberi gelelim; Baykuş tekrar kayboldu. Annesine, babasına trip atan ergen gibi evden kaçıp duruyor. Tekrar geri gelmesi ümidiyle…

Kendime Çaylar #1: Geri Dön Baykuş

Kendime Çaylar #1: Geri Dön Baykuş

Önce Sunuş… Uzun zamandır fazlaca kişisel olma umudu taşıyan bir yazı yazmak istiyordum, bilmiyorum belki de yazı dizisi başlatmak istiyordum. Amaç klasik ‘kendime notlar’ ya da ‘hayatımdan alıntılar’ şeklinde ufak ufak paragraflar yazmak. Bunu fazlaca yapan var ve aylık seri haline getirmişler. Benim bunun adını değiştirmem gerekiyordu, orası tamam. Aylık seri haline getirmek? Yo yo yo! Ben o kadar düzenli bir herif değilim. Adını kendime çaylar koyduğum ve ileride blog serisi olmasını umudunu taşıyan bu yazımın temel taşlarını mistik chai çayı ve bir tutam bright blue drum ile atmış buluyorum şu andan itibaren.

Kendime Çaylar birçok kişinin bildiği Adamlar Şarkısı ve bu yazı için adı çok hoşuma gitti! Kendime notlar var burada, belki sadece beni ilgilendiriyor belki sizi de etki alanına alabilir.