Uzun zamandır Haruki Murakami kitaplarından bir tanesini okudum. İnsanlar en çok hangi kitabından konuşuyor, hangi kitabını seviyor biraz araştırdım ve Ekşi Sözlük’ten aldığım cesaret ile Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında kitabını okumaya başladım ve bitirdim. Sıra geldi kitabın yorumunu yapmaya.

Biraz kitabın kendisinden bahsedeyim. Romantik tarzda, dünya edebiyatının tavsiye edilen kitapları arasında yer alan bir eser. İlk olarak 1992 yılında yayınlanıyor ve 2007 yılında Türkiye’de Pınar Polat’ın çevirisi ile Doğan Kitap bünyesinden çıkıyor. Kitap bir aşığın dünyasını anlatıyor desem sanırım tamamen özet geçmiş olurum.

Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında kitabını özellikle seçmemin nedenleri var. Haruki Murakami genellikle romantik tarzda eserler yazıyor ve ben bunun bilincinde olarak bu kitabı aldım. Romantik bir tarz okurken sıkılma ihtimalim yüksek, bunu biliyorum. Bu yüzden 1Q84 kitabını ilk başta okumak hata olacağı için bu kitabı edindim ve okudum. Toplamda 187 sayfayı bir hafta içinde okudum. Kitabın sıkıcılığından filan değil ama kendime kitap okumak için pek vakit ayıramıyorum. Bunun nedenini ise ‘İmam, Karga ve Ben’ başlıklı yazıda açıklamıştım. Şimdi gelelim Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında kitap yorumu kısmına.

Birkaç cümle önce ne demiştik? Heh! Kitabın sıkıcılığı filan… İlk olarak kitap hakkında şunu söylemek istiyorum; kitabın ilk yarısını okurken çok sıkıldım. Tam bölümü hatırlamamakla beraber sekizinci ya da dokuzuncu bölüme kadar ‘sanki okumazsam birileri kafama dayanmış silahı sıkacak ve beynim yere tükürülen balgam gibi dağılacak’ hissiyle okudum.

Kitap bir aşığın dünyasını anlatıyor demiştim birkaç paragraf öncesinde. Gerçekten böyle bir genelleme daha dünyada yok. Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında, bir erkeğin ilk aşkından evliliğine ve artık çoluklu çocuklu bir aile hayatına varan duyguları hedef alıyor.

Kitabın arka kapağında yazdığı için ‘spoiler’ diye kesinlikle çekinmeden ben de yazacağım. Olaylar Hacime’nin (ana karakter) Şimamoto’ya aşık olup büyünce başka biri ile evlenmesiyle başlıyor. Daha sonra kişinin evlilik hayatı canım, cicim, tatlım geçerken yıllar sonra tekrar Şimamoto ile karşılaşmasıyla devam ediyor. İşte bu kısımda da kitabın sıkıcı kısmını ben bir yana atmıştım ve dünya bir dakikalığına güzelleşmişti.

Yorumlarda okuduğum kadar iyi bir kitap değildi maalesef benim için ama bazı psikolojik analizler yapmamı sağladı. Ne gibi mi? Mesela düşünsenize (kız ya da erkek ayırt etmeden); evlisiniz, hayatınız mutlu mesut devam ediyor fakat bir gün unutamadığınız ilk aşkınız bir yerlerden çıkıp yanınıza geliyor. Siz bu durumda ne yapardınız?

Bahaneler bulmaya bir kez başladın mı, ardı arkası kesilmez.

Bundan sonra tekrar Haruki Murakami okur muyum? Evet, bir şans daha tanıyabilirim. Eğer henüz bu kitabı okumadıysanız size engel olamam, olmayayım da zaten. Kesinlikle vasat bir kitap değil ama mükemmel tatmin edici bir kitap da değil. Yok abi ben okudum diyorsanız da kitap hakkındaki yorumlarınızı merakla bekliyor olacağım.

2 Comments

  1. İsmini romantizm sever arkadaşlarım arasında sıkça duymama rağmen “romantizmmiş kesin sıkar beni” diyerekten okumadığım bir yazardı. Sıkılacağımı bilsem de okuyacağım artık. Şu yazından sonra merak uyandırdı. Özellikle psikolojik analizler yaptım dedikten sonra bendeki ilgi bir kat daha arttı. En kısa sürede ben de okuyacağım sanırım. Güzel yazıydı, kalemine sağlık 🙂

    • Oktay

      Kitabı beğendiğine sevindim Levla, yorumun için de teşekkür ederim 🙂

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.